2 Mayıs 2022 Pazartesi

Alpagut Sunumu

 Alpagut 1969 üzerine sunumu paylaşıyorum. Sunumun videosunu şu linkte bulabilirsiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=fs7LsRtw9ek



Bu Nehir Söyleşinin 4. saat 45. dakikası ile 5. saat 22. dakikası arasında sunumun anlatımını izleyebilirsiniz. Alpagut olayının tarihsel arka planını, 12 Mart darbesi öncesi ve sonrasının toplumsal, siyasal koşullarını anlayabilmek için Nehir söyleşiyi izleyebilirsiniz. 

Sunumun saydam dosyasını ekliyorum. 

Ortaklaşa emek tarihi arşivi oluşturmak konusundaki çağrımı bu vesileyle yineleyim. 




















13 Haziran 2015 Cumartesi

Mürettip Osman Refik İşcen Mürettipler Grevini anlatıyor!


1923 MÜRETTİPLER GREVİ'NİN YAŞAYAN TANIĞI VE EMEKÇİSİ İLE İLGİLİ 1966 YILINDA YAYIMLANAN HABER


1923'teki Mürettipler Grevi'ne katılan işçilerden birisi, Osman Refik İşçen'dir. Aşağıda 1966 yılında Ankara'daki Bayram gazetesinde çıkan onunla ilgili haberin tam metnini bulacaksınız. Arşivin tozlu sayfalarından buraya özgür erişim için aktaralım. 
Eskiden bayram günlerinde basın emekçilerinin de tatil yapması için kazanılmış bir hak olarak gazeteler çıkmaz, yerine Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Bayram Gazetesi çıkartırdı. İstanbul, Ankara gibi illerde ayrı olarak basılırdı. Bu haber Ankara'daki baskıdadır.

Kaynak: Bayram Gazetesi, Ankara, 24 Ocak 1966, sayfa 7.



1893'ten 1966'ya Kadar!

Osman Ustanın elleri 72 yıldır harf dizmektedir. Osman Ustanın ciğerleri 72 yıldır kurşun zehiri solumaktadır. Ve Osman Usta hala çalışmak zorundadır. Çünkü Osman Ustanın 250 lira emekli aylığı geçimine yetmemektedir. Osman Ustanın yaşamı sabah elinize aldığınız gazeteyi size ulaştırmak için çaba gösteren rotatif yağlayıcısından haber yazarına, düzeltmeninden sorumlu müdürüne kadar tüm gazeteci ve basın sanayii işçisini bekleyen yaşamdır: Yıllarca sömürülmek ve bir gün «Himayeye alınmak.»

O. Refik İşcen, yurdumuzda yapılan ilk greve katılan ve bugün sağ olan 3 kişiden biridir. Hayatta kalan bu 3 işçi bugün çeşitli gazete ve matbaaların himayesi altında yaşamaktadır.



90 YAŞINDA 

ELİNDE HALA «ÇİFT» VAR


Osman Refik İşcen, 1875 yılında Osmanlı Devletinin Tuna ilinde doğmuştur. Bir süre sonra İstanbul'a göçen Osman Refik İşcen (Osman Usta) 18 yaşında iken Beyazıt'taki “Şirket-i Sahafiye Matbaası”na dizgici olarak girmiştir.

Osman ustanın elleri 72 yıldır harf dizmektedir.

Osman Ustanın ciğerleri 72 yıldır kurşun zehiri solumaktadır.

Ve Osman Usta hala çalışmak zorundadır.

Çünkü Osman Ustanın 250 lira emekli aylığı geçimine yetmemektedir.




HİMAYEYE ALINMAK

Rüzgarlı Sokaktaki matbaalardan birinde çalışmakta olan Osman Refik İşcen'e göre matbaada ne iş yaptığını sorduğum zaman bir süre düşündü ve “arapça harfleri dizerim” dedi. Daha sonra durdu ve ekledi, “Matbaa beni himayesine aldı.”

Zaman, Dersaadet, Tasvir-i Efkar, Tercüman-ı Hakikat, Malumat ve Servet Gazetelerinin baş dizgiciliğini yaptıktan, 72 yıl gece elle harf dizdikten, gündüz sayfa dağıttıktan ve yüzlerce usta yetiştirdikten sonra, “Himayeye alınmak.”

Osman Ustanın bugünkü yaşamı, sabah elinize aldığınız gazeteyi size ulaştırmak için çaba gösteren rotatif yağlayıcısından haber yazarına, düzeltmeninden sorumlu müdürüne kadar tüm gazeteci ve basın sanayii işçisini bekleyen yaşamdır.

Yıllarca sömürülmek ve bir gün «Himayeye alınmak.»



YURDUMUZDAKİ İLK GREV

Osman Refik İşcen yurdumuzda yapılan ilk greve katılan ve bugün hayatta olan üç kişiden biridir. İkdam Gazetesi sahibi Ahmet Cevdet'in beden işçileri için “Bunlar kapıdan kovsan bacadan düşer” demesi üzerine başlayan grevi, Osman Usta şu şekilde anlattı:

Ahmet Cevdet'in bir mesele üzerine beden işçileri hakkında bu sözleri söylemiş olması, grev yapmamız için yetti. Hemen o akşam 'Mürettibin Osmaniye' cemiyetinde bir toplantı yaptık ve ertesi gün hiçbirimiz matbaalara gitmedik. İkdam, Tercüman-ı Ahval, İleri, Sabah ve Tanin Gazeteleri çıkamadı.

Zamanın valisi Haydar Bey'e başvurarak Haber adında bir gazete çıkarmak için izin aldık. Teşebbüs matbaasında beden işçileri olarak bir gazete çıkarmaya başladık. Sabahlara kadar elle diziyorduk, sabah gün ışırken köprü başında ve Bab alide gazeteleri kendimiz satıyorduk. Haber gazetesini beden işçileri olarak 16 gün çıkardık. 17. gün Ahmet Emin Yalman ile Hüseyin Cahit Yalçın, 'Mürettibin Osmaniye Cemiyetine' gelerek anlaşma teklif ettiler. Bu bir çeşit özür dileme idi. Türkiyede ilk toplu sözleşmeyi de o gün yaptık. ”

İLK TOPLUSÖZLEŞME

Osman Usta yapılan ilk toplu sözleşmenin hükümlerini şu şekilde sıraladı:

1- İşçiler günde en çok sekiz saat çalışacaklar.
2- Sekiz saatten fazla çalıştırılan işçilere dört saate kadar, dört saatlik fazla mesai ücreti verilecek. Dört saatten fazla çalıştırılan işçilere ise sekiz saat fazla mesai ücreti verilecek.
3- İşçilerden birisi hastalanırsa doktor ve ilaç parasını patron verecek.
4- Ölen işçilerin cenazeleri işveren tarafından kaldırılacak.”

İŞKOLUNDA İLK TOPLU SÖZLEŞME

Osman Ustanın katıldığı grev sonunda yapılan toplu iş sözleşmesi Türkiye'de iş kolu seviyesinde yapılan ilk toplu sözleşmedir. Bu sözleşmenin kapsamına o zaman İstanbul'da çıkan bütün gazeteler girmiştir.

Bu greve katılanlardan bugün Osman Ustadan başka hayatta olan iki kişi daha vardır. Ve onlar da bugün «Himayeye» alınmışlardır. O zamanki İkdam gazetesinin dizgicilerinden Uzun Ömer, Cumhuriyet gazetesinin «Himayesinde»dir. Tikveşli Hasan ise Bab ali'de bulunan bulunan Erenler matbaasının «Himayesinde»dir.

Osman Usta bugün 90 yaşındadır, evli ve üç çocukludur. 1960 yılında Türk Dil Kurumu Matbaasından emekliye ayrılmıştır. 72 yıldır sömürülen gücünü henüz yitirmemiştir.

«Himayeye alınmadan» yaşamak için bugünün gazetecilerine ve basın sanayii işçilerine tek sendika çevresinde toplanmayı salık vermektedir.

Sertaç TÖZÜN

(ULUS YAZARI)

Foto: Mustafa TÜRKYILMAZ








1 Aralık 2014 Pazartesi

ORTAKLAŞMACI BİR BELGE ARŞİVİ KURMAYA ÇAĞRI!

TARİHİN BELGELERİNİ, GÖRÜNTÜLERİNİ TOPLAYARAK HERKESE AÇIK HALE GETİRMEYE 
ORTAKLAŞMACI BİR BELGE ARŞİVİ KURMAYA ÇAĞRI!

Emek Tarihi ve İşçi Özyönetim Deneyimleri ile ilgilenenlere çağrıdır!
Emekçinin ve toplumun tarihsel belleği, toplanmalı, saklanmalı ve herkese açık hale getirilmelidir! 
Emek tarihi belgelerinin sendikaların, emek örgütlerinin, siyasal örgütlerin ya da bağımsız, halk tarafından denetlenip korunabilen, güvence altında olan kurumlarda toplanarak, halka açık hale getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle, bu belgelerin, resimlerin, tanıklıkların taranarak, görüntülenerek ya da sesli kayıt yapılarak internete taşınması ve özel sitelerden öte arşiv oluşturulması, toplumsal bellek, çalışanın belleği açısından son derece önemlidir.
Geçmişteki deneyimlerden öğrenip, kaderi elllere almak, zihinsel ortaklaşmayı da kurmak böyle bir arşivin korunması, saklanmasına ihtiyaç duyar. Bu arşivi yaratmak ve ESAS ÖNEMLİSİ BUNU HERKESİN OKUYABİLECEĞİ, ULAŞABİLECEĞİ HALE GETİRMEK bugün daha fazla olanaklıdır!
Bilim ve emekçinin kendi elleriyle yarattığı üretim, düşünce ve toplum bilinci ÖZEL MÜLK ya da ÖZEL KOLEKSİYON haline getirilmemeli, halka açık hale getirilmelidir. Evet! Sadece uzman araştırmacıya değil herkese açık olmalıdır!
Üstelik, bu deneyime tanıklık eden, Çorum’un, Amasya’nın bir kasabasında yaşayan, sözü olan, elinde eski gazete sayısı, bildirisi, belgesi ya da fotografı, sözlü tanıklık isteği olan herkes buna katkıda bulunabilir. 
Çağrımız, böyle kolektif, ortaklaşmacı bir deneyim, belge, birikim arşivini kurmak üzeredir. Bu site gibi pek çok site buna çabalamalı, emeğin tarihini, belleğini korumak için harekete geçmelidir. 
Bu tarih, emeğin, madende çalışanından, matbaada, tezgahta, atölyede, bilim laboratuarında çalışanına kadar tüm emekçilerin tarihidir. Öyleyse bu olanaklar kullanılmalı, emeğin tarihinin bilgisi özgürleştirilmeli, biriktirilmeli ve halka açılmalıdır!
Araştırmacıların bile uzak kütüphanelerin tozlu raflarında kalmış eski dergi ya da gazete sayfalarına erişmesinin çok zor olduğu koşullardan, bunların taranarak, görüntülenerek ya da ses kaydı alınarak internete koyulduğu zamanlara geldik. Artık bu arşiv hep birlikte oluşturulmalıdır!
NELER YAPILABİLİR?
1- Burada paylaşılan ya da bildikleri başka işçi tarihi, grev, özyönetim deneyimlerine dair tanıdıkları, tanıklıkları olanlar
a- Ellerinde olan belgeleri paylaşabilirler. Eski gazete haberleri, bildiri, broşür gibi belgeler, fotoğraflar (eposta ile göndererek sayfaya eklettirebilirler. Kaynak göstermek, emeğe saygı ve birikimi saklayıp değerlendirene teşekkür açısından zorunludur ve bu konuya özellikle dikkat gösterilecektir). 
b- Olaylara tanık olanlarla sözlü görüşmeleri sesli ya da görüntülü video kayıtları haline getirebilir. Bu sitede yayınlanmak üzere gönderebilirler. 
c- Devlet kütüphanelerinde, il ve ilçe merkezindeki zayıf kütüphanelerde bulunmayan yerel gazete, dergi, broşür ya da ilan nüshaları hakkındaki bilgileri buraya aktararak, bunların korunabileceği ortak ve kamusal arşivler yaratmak için koşulları oluşturabilirler. 






27 Kasım 2014 Perşembe

Bilinen İlk İşçi Özyönetim Deneyimi Hakkında Yeni Gerçekler




Bilinen İlk İşçi Özyönetim Deneyimi Hakkında Yeni Gerçekler:

1900-1901 Mürettiplerin Özyönetimi
İstanbul Dizgicileri

İlginçtir, işçi sınıfı tarihine dair belgelerde bu topraklardaki ilk özyönetim deneyimi 1923 Mürettipler grevi olarak geçer, ancak bizzat Mürettiplerin bu grevleri sırasında kendi çıkardıkları gazetelerinde (Haber gazetesi) bir başka özyönetim deneyiminden bahsedilir. (1
1900-1901 Mürettiplerin Özyönetimi...

20. yüzyılın başındaki bu özyönetim deneyimini yine mürettipler gerçekleştirmiştir. Yazar, belleğine dayandığı için gazetedeki anlatımından tam tarihi kestirmek güç, ama ona göre, 1900 ya da 1901 yılı içinde İstanbul'daki basın emekçileri, mürettipler, muhabirler, yazarlar, gazete sahiplerine karşı birleşerek kötü çalışma koşulları ve ücretlerin ödenmemesi nedenleriyle greve giderler. Dizgi işçileri grevle sonuç alamayınca, Abdülhamid'in baskıcı yönetimine rağmen, matbaaya el koyarak kendi gazetelerini (Saadet) çıkarırlar. 

Bugüne kadar ilk diye bildiğimiz özyönetim deneyimi ise bundan sonra 1923'te gerçekleşir. Matbaalarda gazete, dergi, kitap vb. dizgisini yapan dizgi işçilerinin yani Mürettiplerin grevi İstanbul’da 6 Eylül 1923’te başlayıp, 20 Eylül 1923’te biter. İşgününün uzunluğu ve çalışma koşulları yüzünden başlayan bu grev sırasında dizgi işçileri, kendi yönetimlerinde iki gazete basarlar. Bunlardan ilki Dizgiciler cemiyetinin gazetesi olan Haber’dir; ikincisi ise Adil’dir. İşçiler, bu gazeteler aracılığıyla greve gidiş nedenlerini kamuoyuna duyurmaya çalışırlar. Gazetenin basımı ve işyerinin yönetimi tümüyle grevci işçilerdedir. Ne yazık ki, günümüzde konuyla ilgili kaynak sınırlıdır; Mete Tunçay’ın verilerine göre, 1923’ün Temmuz-Eylül ayı arasında toplam 100 dizgi işçisi grev yapmıştır; ancak bunların ne kadarının özyönetim deneyimine katıldığına dair bilgi elimizde yok. İşçilerin yönettiği matbaalar, patron gazetelerini basmadığı için, patronlar Tanin matbaasında bastırılan Müşterek adında ortak bir gazete çıkarır; greve kara çalan yazılar yayımlatırlar. Bunun üzerine 12 Eylül 1923 sabahı işçiler bu matbaayı basarlar. 


Toplumsal hareketin yükseldiği bir dönem olan 1922-1923 yıllarında işçi hareketi ikiye bölünmüştür. Bunun izleri dizgiciler grevi öncesinde 1 Mayıs 1923’te görülür. Daha uzlaşmacı bir çizgide olan Umum Amele Birliği 1 Mayıs’ı Sultanahmet’te kutlar. Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası ise Dizgiciler Derneği’nde (Mürettibin Cemiyeti) dizgiciler ve diğer işçilerle bayramlaşır. Görülen o ki, daha sonra işyerinde üretime el koyacak olan dizgiciler, 1 Mayıs’ı sosyalistlerle kutlamışlardır. Bu da grevin ve özyönetimin siyasal hareketlerden etkilenmiş olabileceğini göstermektedir. Dizgicilerin özyönetimi, 20 Eylül 1923’te hükümetin aldığı önlemler sonucunda sona erdirilmiştir. Dizgi işçilerinin özyönetim deneyimi hakkında bilgiler şimdilik bunlarla sınırlıdır (2).

1. Bkz. Haber, 8 Eylül 1923, “Eski Bir Hatıra” başlıklı haber. Milli Kütüphane arşivindeki özgün nüshasından alınmıştır.
2. Kaynak olarak Milli Kütüphane ve Beyazıt Devlet Kütüphanesindeki Haber dergisi nüshalarından yararlanılmıştır. Bunun yanısıra Bkz. Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar I, 2009, İletişimYayınları, İstanbul. Bkz. Şehmus Güzel, Türkiye’de İşçi Hareketleri 1908-1984, Sosyalist Yayınları, 1993, İstanbul.

Daha geniş bilgi için bkz. 
Özgür Narin, 2014, "Türkiye İşçi Sınıfı Tarihinde İşçi Özyönetim Deneyimleri ve Kriz Dönemlerinde Özyönetimin Olanakları", DİSK-AR Dergisi, Sayı 3, İlkbahar-Yaz 2014, s. 48-61. 
Dergi ve yazıya şuradan ulaşabilirsiniz. 

13 Nisan 2014 Pazar

1923 Dizgiciler Grevi ve Özyönetimi

PATRONSUZ GAZETE OLANAKLI MI? 
EVET, OLANAKLIDIR! BUNDAN 90 YIL ÖNCE BAŞARILDI...
Türkiye Tarihinin Bilinen İlk Özyönetim Deneyimleri: 1900 ve 1923 Mürettipler Grevi

Karşı gazetesi  emekçilerinin alacaklarını alamadan gazetenin kapanması karşısında işyerinde yürüttükleri protesto, 90 yıl önceki basın dünyasının işçi özyönetimini hatırlatıyor ister istemez... Dizgicilerin grevi ve özyönetimle çıkardıkları gazetelerini... 1923 yılında İstanbul'da dizgicilerin grevi sırasında şehirde gazete çıkmamış, hatta dizgiciler kendileri bir gazete çıkarmışlardır. Biz de hem mürettip (dizgici) hem muharrir (yazar) olabiliriz diyerek çıkardıkları iki gazete işçilerin özyönetim deneyimlerinin ilk örneklerindendir. Gazete patronları çareyi ortak gazete basmakta bulmuşlar, ancak grevci işçilerle birleşmeyen sermuharrir (başyazar) ve yazarlar, dizgi yapmayı beceremediklerinden genelde eski yazılarla çıkmıştır. 1969 Alpagut, 1980 Yeni Çeltek ile birlikte Türkiye emek tarihinin 3 temel özyönetim deneyiminden ilkini oluşturan Mürettipler grevi şöyle gelişir... (Yazı, yayınlanacak olan bir yazının parçası olduğu için kaynaklar esas yazıda belirtilmektedir. Kazova işçilerinin kısa süren özyönetim deneyimi ile birlikte ele alınan bu yazı yeni arşiv belgelerine de dayanmaktadır.)


Türkiye Tarihinde İşçi Özyönetimleri:
İstanbul Dizgicileri
Bu topraklarda yaşanan özyönetim deneyimleri anlatılırken, Cumhuriyet öncesi Mürettipler grevi ve özyönetim deneyiminden başlamak gerekir. Daha önce bilinmeyen ancak başka bir yazıda aktardığım 1900 ya da 1901 yıllarındaki özyönetim deneyimi dışında Mürettiplerin özyönetimi hakkındaki en geniş bilgi 1923 grevi ve özyönetimine dairdir... Matbaalarda gazete, dergi, kitap vb. dizgisini yapan dizgi işçilerinin yani Mürettiplerin grevi İstanbul’da 6 Eylül 1923’te başlayıp, 20 Eylül 1923’te biter. Grevin bir bölümünde işçiler, üretimi ele alarak kendileri gazete çıkarmaya başlarlar.
Bu dönemde yayınlanan bir gazete olan Resimli Gazetenin Necdet Ferdi imzalı haberinde mürettiplerin grevi şöyle anlatılır:
“İstanbul’da haftanın en mühim hadisesini gazetecilerle mürettipler arasındaki mücadele teşkil etti. Gazeteciler ile mürettipler arasındaki mücadele ise grevle neticelendi. İstanbul halkı gazetesiz, dünyadan bihaber, başı dinç kalacaktı ve bu suretle bir patron-amele mücadelesinden, galiba ilk defa olarak halk istifade edecek idi. Halbuki, evvela gazeteciler, mürettipsiz iş görebileceklerini göstermek istediler. Paçaları değil kolları sıvadılar. Ebüzziyazade Velid bey sermuharrirlikten (başyazar) sermürettipliğe (baş dizgici), Tanin Heyet-i Tahririye müdürü Baha Bey mürettip çıraklığına, diğer sermuharrirler, Heyet-i Tahririye müdürleri, müdürler mürettip yamaklığına giriştiler. Nihayet Müşterek-ül Menfaat’in ilk nüshasını neşr ettiler. Fakat doğruyu söylemek lazım gelirse ismi Reji’yi andıran bu gazete grev yapan mürettiplerin evvelce dizdikleri müterakim yazılar sayesinde çıkmış idi. Müşterek Gazete’nin mürettipsiz çıktığını görünce mürettipler de bizde sanki muharrirsiz gazete çıkaramaz mıyız dediler. Onlar da El-Adl diye ismi garipçe, metni Türkçe bir gazete neşr ettiler.”

İşçilerin yönettiği matbaalar, patron gazetelerini basmadığı için, patronlar Tanin matbaasında bastırılan Müşterek Gazete adında ortak bir gazete çıkarmışlardır. Dizgi işçilerinin özyönetimi ise bundan sonra başlamıştır. Mete Tunçay’ın verdiği bilgilere göre, gazete patronlarının çıkardığı bu gazete 7-21 Eylül tarihleri arasında sabah ve akşam olmak üzere toplam 27 sayı yayımlanır. Yukarıdaki haber göz önünde bulundurulursa, işçilerin özyönetimi ise 6 Eylül’de başlayan grevden birkaç gün sonra başlamalıdır. Böylelikle özyönetimin en fazla 12-13 gün sürmüş olabileceği sonucunu çıkartabiliriz.
İşgününün uzunluğu ve çalışma koşulları yüzünden başlayan bu grev sırasında, üretime geçen dizgi işçileri, kendi yönetimlerinde iki gazete basarlar. Bunlardan ilki Dizgiciler cemiyetinin gazetesi olan Haber’dir; ikincisi ise Adil’dir. Dizgi işçileri, Mürettibin-i Osmaniye Cemiyeti’nde (Osmanlı Dizgiciler Derneği) örgütlüdürler ve grev sırasında hem Cemiyetin gazetesini hem de kendi çıkardıkları Adil (El-Adl) gazetesini çıkartırlar. İşçiler, bu gazeteler aracılığıyla greve gidiş nedenlerini kamuoyuna duyurmaya çalışırlar. Gazetenin basımı ve işyerinin yönetimi tümüyle grevci işçilerdedir. Ne yazık ki, günümüzde konuyla ilgili kaynak sınırlıdır; Mete Tunçay’ın verilerine göre, 1923’ün Temmuz-Eylül ayı arasında toplam 100 dizgi işçisi grev yapmıştır; ancak bunların ne kadarının özyönetim deneyimine katıldığına dair bilgi elimizde yok. 
Zordur dizgi işi. Baskı kalıpları, dizgiden kullanılan harfler kurşundan olduğu için, boya ve matbaa tozu dizgi işçilerinin çalışma koşullarını çok kötüleştirir. Sosyalist kadın şair Yaşar Nezihe Hanım, 18 Eylül tarihinde işçilerin gazetesine grevi destekleyen bir şiir yazar: 
“Onlardır eden zevkini, eğlenceni temin
Onlar çalışır etmek için hep seni zengin
Kurşundan hurufat o hayatı kemirirken
Her gün bir parça solarkan ve erirken” (Haber, 18 Eylül 1923)
Toplumsal hareketin yükseldiği bir dönem olan 1922-1923 yıllarında işçi hareketi ikiye bölünmüştür. Bunun izleri dizgiciler grevi öncesinde 1 Mayıs 1923’te görülür. Daha uzlaşmacı bir çizgide olan Umum Amele Birliği 1 Mayıs’ı Sultanahmet’te kutlar. Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası (TİÇSF) ise Mürettibin-i Osmaniye Cemiyeti’nde dizgiciler ve diğer işçilerle bayramlaşır. Görülen o ki, daha sonra işyerinde üretime el koyacak olan dizgiciler, 1 Mayıs’ı sosyalistlerle kutlamışlardır. Bu da grevin ve özyönetimin siyasal hareketlerden etkilenmiş olabileceğini göstermektedir. 
Bu durumu kanıtlayan başka bilgiler de yer almaktadır. Patronlar, “grevcilere karşı, Amele Birliği reisi Mehmet ve katib-i Umumisi Şakir Rasim beylerin desteğini” de alırlar ve gazetelerine ilan vererek, “çift kat yevmiye ve grevden sonra iş garantisiyle mürettip” ararlar. Görülüyor ki, Umum Amele Birliği, gazete patronlarının yanında yer alırken, 1 Mayıs’ta TİÇSF’nin beraber kutlama yaptığı Mürettibin Cemiyeti, dizgicilerin kendi özörgütlülüğü olarak grevin etkin örgütleyicisi durumundadır.
Gazete patronları, uzlaşmacı olmayan bu anlayıştan rahatsızlıklarını gazetelerinde dile getirirler. Müşterek Gazete’nin 9 Eylül 1923 tarihli sabah sayısında şöyle bir haber çıkar: 
“Birkaç mühim İngiliz Gazetesinin muhabiri mürettibin grevinde Bolşevik parmağı görmektedirler” 
Bunun üzerine işçiler, 9 Eylül akşamı Müşterek Gazete’nin basıldığı Tanin matbaasını basıp dağıtırlar. Böylelikle Müşterek Gazete’nin akşam sayısı çıkmaz. Gazete patronları, 12 Eylül 1923 tarihli Müşterek Gazete’de bu olayları aktardıktan sonra, grevlerin Ankara’nın dikkatini çektiğini; seferberlik henüz bitirilmediği için Bakanlar Kurulu’nun grevler hakkında özel karar almasının öngörüldüğünü yazarlar. Beklenen müdahale, bir hafta sonra gelir. Dizgicilerin özyönetimi, 20 Eylül 1923’te hükümetin aldığı önlemler sonucunda sona erdirilir. 
Dizgi işçilerinin özyönetim deneyimi hakkında bilgiler şimdilik bunlarla sınırlıdır. Ama Cumhuriyet’in ilk özyönetim deneyimi olan Alpagut Madencilerinin işgal ve özyönetimine dair bilgiler daha geniştir.

Özgür Narin
Kasım 2013. 
Yakında yayınlanacak olan "Türkiye 'de İşçi Özyönetim Deneyimleri"   yazısından bir bölümdür. Yazı  yeni arşiv belgeleriyle genişletilmiştir. 



Dizgicilerin ve gazete emekçilerinin çıkardığı 8 Eylül 1923 tarihli Haber Gazetesinin ilk sayfası
Haber, 8 Eylül 1923


14 Şubat 2014 Cuma

Mürettipler, Alpagut, Yeni Çeltek'ten Bugüne İşçi Özyönetim Deneyimleri

Yaklaşan Krizle Birlikte Fabrika İşgalleri ve Güncelleşen İşçi Özyönetimi
Ekonominin pembe gidişi eninde sonunda finansta ve üretimde kendisini gösterecek bir krizle sonlanacaktı. Bu kriz yaklaşıyor... Üstelik yüksek borçlanma öncelikle finansı, büyük işyerlerini vursa da, bu işletmeler krizlerini orta ve küçük işletmelere doğru hızla aktaracaklar. Eskiden kendi finansmanlarını sağlayan bu işletmeler de kredi borcu ve "piyasa"nın ödeme dengesinin kırılganlığına gömülmüş durumdalar. Böylesi bir kriz durumunda, makinaları, işyerleri atıl kalıp iflas ilan eden ya da zararını birikmiş işçi ücretlerini ödemeyip erkenden görüntüde iflas ederek karşılamada bulan pek çok işletme yaşamsal bir gerçekle karşı karşıya kalacak. Birikmiş borçlar karşısında işyerlerini işgal edip, patronun ortalarda görünmediği, yükü ve tüm riski işçilere yıktığı bir durumda işletmeyi döndürmek ve işçi özyönetimi sık sık karşılacağımız bir durum olacak. Arjantin'den, Yunanistan'a hatta ABD'ye pek çok yerde yaşanıyor işletme işgalleri ve işçi özyönetimi...
Aşağıda daha önce Kazova işçilerinin işgal ve özyönetim deneyimleri nedeniyle Express dergisinin 138. sayısında (Ekim-Kasım 2013)biraz kısaltılarak yayınlanmış olan yazının tam metnini bulacaksınız. Greif gibi işyerlerinde fabrika işgallerinin artması vesilesiyle özörgütlenme, işçi özyönetimi ve bunun yeni örgütlenme, haberleşme daha da ötesi sınıfsal dayanışma biçimlerini tartışmak giderek güncelleşiyor. Gezi İsyanı'nın sınıfsal niteliği ve bu isyanla ortaya çıkan iletişim, dayanışma ve haberleşme biçimlerini salt bilgilenme değil sınıfsal eylem aracı olarak görmek hatta üretimin yeniden örgütlenmesini sınıfsal temele oturtmak önem kazanıyor. Özörgütlenme, siyasal öznenin oluşturulması tartışmalarının alternatifi değil ama işçi sınıfının bileşimlerinin yeni örgütlenme dinamiklerini anlamak için yaşamsal bir tartışma gündemidir. Umarım bir tartışma yaratır ve varolan tartışmalara katkı sunar.

Mürettipler, Alpagut, Yeni Çeltek ve Kazova…

İşçi Özyönetim Deneyimleri ve Özyönetimin Olanakları

Özgür Narin

Kazova fabrikasındaki işçilerin fabrika işgali ve özyönetimle üretime başlamaları özyönetim deneyimlerini yeniden düşünmek için önemli bir fırsat. Özellikle Gezi Parkı isyanı sonrası oluşan forumların işgale verdikleri destek de farklı özörgütlenme araçlarının birbiriyle ilişkisi üstünde düşünme olanağı veriyor.
Özörgütlenme, Sovyet deneyimlerinden sonra yersiz biçimde horgörülen bir fikre dönüştü. Sovyetler Birliği’nin başarısızlığı, hem bir özörgütlenme hem de özyönetim organları olarak Sovyet’lerin, İşçi Konseyleri deneyimlerinin kapsamlı ve eleştirel bir değerlendirmesi yapılmadan hak etmediği biçimde gözden düşmesine neden oldu. Halbuki, 21. Yüzyılın yeni isyanlarında alternatif toplumsal ilişkiler kurma arayışları, bu önemli deneyimlerden öğrenme, geçmişle eleştirerek bağ kurma olanağını da yaratıyor. Aslında; özörgütlenme fikri 20. Yüzyıl boyunca farklı şekillerde varlığını sürdürdü: Kimi zaman fabrika işgalleri, halk komiteleri, yerel yönetim denemeleri biçimine büründü. Kimi zaman alternatif bir yaşamın üretilmesi için arayışlarda (ekolojik bir yaşam ya da parasız bir ekonomi arayışı gibi), toplumsal mücadelenin içindeyken daha sonra dışında kalan adacıklar haline büründü. Farklı tarihsel dönemlerde özörgütlenme ve özyönetim farklı özgül biçimler alsa da kapitalist üretime karşı gelişen mücadelelerde “başka bir toplumsal üretim ilişkisi mümkün mü?” sorusu yeniden ve yeniden ortaya çıktı.
Türkiye işçi sınıfı tarihi, özyönetim açısından önemli bir birikim taşıyor. 1923 Mürettipler, 1969 Alpagut ve 1980 Yeni Çeltek deneyimleri bu açılardan önemli dersler sunuyor.
Türkiye Tarihinde İşçi Özyönetimleri:
İstanbul Dizgicileri
Bu topraklarda yaşanan özyönetim deneyimleri anlatılırken, Cumhuriyet öncesi Mürettipler grevi ve özyönetim deneyiminden başlamak gerekir. Matbaalarda gazete, dergi, kitap vb. dizgisini yapan dizgi işçilerinin yani Mürettiplerin grevi İstanbul’da 6 Eylül 1923’te başlayıp, 20 Eylül 1923’te biter. (Şehmus Güzel, Türkiye’de İşçi Hareketleri 1908-1984). İşgününün uzunluğu ve çalışma koşulları yüzünden başlayan bu grev sırasında dizgi işçileri, kendi yönetimlerinde iki gazete basarlar (Şehmus Güzel, a.g.k). Bunlardan ilki Dizgiciler cemiyetinin gazetesi olan Haber’dir; ikincisi ise Adil’dir (Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımları I). İşçiler, bu gazeteler aracılığıyla greve gidiş nedenlerini kamuoyuna duyurmaya çalışırlar. Gazetenin basımı ve işyerinin yönetimi tümüyle grevci işçilerdedir. Ne yazık ki, günümüzde konuyla ilgili kaynak sınırlıdır; Mete Tunçay’ın verilerine göre, 1923’ün Temmuz-Eylül ayı arasında toplam 100 dizgi işçisi grev yapmıştır; ancak bunların ne kadarının özyönetim deneyimine katıldığına dair bilgi elimizde yok. İşçilerin yönettiği matbaalar, patron gazetelerini basmadığı için, patronlar Tanin matbaasında bastırılan Müşterek Gazete adında ortak bir gazete çıkarır; greve karaçalan yazılar yayımlatırlar. Bunun üzerine 12 Eylül 1923 sabahı işçiler bu matbaayı basarlar.
Zordur dizgi işi. Baskı kalıpları, dizgiden kullanılan harfler kurşundan olduğu için, boya ve matbaa tozu dizgi işçilerinin çalışma koşullarını çok kötüleştirir. Sosyalist kadın şair Yaşar Nezihe Hanım, 18 Eylül tarihinde işçilerin gazetesine grevi destekleyen bir şiir yazar:
“Onlardır eden zevkini, eğlenceni temin
Onlar çalışır etmek için hep seni zengin
Kurşundan hurufat o hayatı kemirirken
Her gün bir parça solarkan ve erirken” (Haber, 18 Eylül 1923)
Toplumsal hareketin yükseldiği bir dönem olan 1922-1923 yıllarında işçi hareketi ikiye bölünmüştür. Bunun izleri dizgiciler grevi öncesinde 1 Mayıs 1923’te görülür. Daha uzlaşmacı bir çizgide olan Umum Amele Birliği 1 Mayıs’ı Sultanahmet’te kutlar. Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası ise Dizgiciler Derneği’nde (Mürettibin Cemiyeti) dizgiciler ve diğer işçilerle bayramlaşır. Görülen o ki, daha sonra işyerinde üretime el koyacak olan dizgiciler, 1 Mayıs’ı sosyalistlerle kutlamışlardır. Bu da grevin ve özyönetimin siyasal hareketlerden etkilenmiş olabileceğini göstermektedir. Dizgicilerin özyönetimi, 20 Eylül 1923’te hükümetin aldığı önlemler sonucunda sona erdirilmiştir (Şehmus Güzel, a.g.e). Dizgi işçilerinin özyönetim deneyimi hakkında bilgiler şimdilik bunlarla sınırlıdır. Ama Cumhuriyet’in ilk özyönetim deneyimi olan Alpagut Madencilerinin işgal ve özyönetimine dair bilgiler daha geniştir.
1969 Alpagut İşçi Özyönetimi
1969 yılında Çorum’a bağlı Alpagut Linyit İşletmelerinde çalışan 786 işçi bir forum düzenlerler. Özyönetimi izleyen bir gazeteci şöyle anlatır yaşananları: “Günde 18 lira yevmiye alıyorlar. 3 aydır maaşlarını alamamışlar. Önce işgal ediyorlar. Vali ocağa geliyor sabredin diyor. İşçiler açız diyorlar. Jandarma Albayı buraya asayiş için jandarma getirileceğini söylüyor… fakat işçiler ona da durumu anlatınca [tahmin odur ki, ilk getirilen Jandarma birliği yöreden olduğu için –ö.n] Albay ağlamıya başlamıştır. Daha sonra bütün işçiler forum düzenlemişler ve ocağın idaresine el koymaya karar vermişlerdir” (Yaşar Köstekçi, Çorum Ekspres, 8 Temmuz 1969). Haklarını aramak için aylardır yaptıkları eylemlere ve greve yanıt alamayınca, 13 Haziran 1969’da kötü işletilen işletmenin yönetimini ele geçirirler.
Ömürleri civar köylerde geçmiş, işçiler tam 34 gün ocakları işletir, üretimi yapıp neredeyse ikiye katlar, çıkan kömürün satışını, dağıtımını gerçekleştirirler. Rivayet odur ki, ülkenin büyük kentlerindeki genç devrimciler geç de olsa olayı duyduklarında hepsi heyecanlanır; ama içlerinden Çorum’lu olanı özel bir ilgiyle dinler; gözleri parlar heyecandan. Yıllar sonra katledildiğinde “kırmızı gül buz içinde” diyeceklerdir onun için. “Alpagut Olayı”nın etkisi, dalga dalga yayılır. 
Çoğu özyönetim deneyiminde yönetimin ele geçirilmesine neden, işletmenin kötü yönetilmesi, iflası ya da kapatılması olduğu kadar, tüm bunların sonucunda işçilere yönelik ücretlerin ödenmemesi, çalışma ve sömürü koşullarının pervasızca artırılmasıdır. Grev ve diğer eylemler yetersiz kalmakta; kimi durumlarda bu eylemler yüzünden patron ya da devlet fabrikayı kapatmaya yönelmektedir. Alpagut da benzer özellikler gösterir: Alpagut Linyit İşletmeleri, Çimento Sanayii’ne ve bölgeye linyit kömürü üreten, Özel İdare’ye bağlı maden işletmesidir. İşletmede kimi zaman siyasal torpil ve şişirmeyle 900’ü aşan işçi çalışmakta; 1969’da ise bu sayı 786 işçi ve buna eklenen memur ile yöneticilerden oluşmaktadır. İşgale kadar, 780’den fazla işçinin 73 günlük ücreti ödenmemiştir; toplam 1.5 milyon lira alacakları vardır. İşletme, Çimento Sanayi’ne de 1.3 milyon lira borçludur. Ocaklarda iş güvenliğini sağlayan tek bir mühendis vardır; o da rapor vb. nedenlerle aylardır işyerine uğramamıştır (Kurthan Fişek, Alpagut Linyit İşletmesi İşgalinin Birinci Yıldönümünde). Maaş aldığı halde ocağa gelmeyen personel vardır, bunlar siyasal kadrolaşmaya göre yüksek maaşlarla alınmıştır. Siyasal rüşvetlerle yönetici konumuna getirilen insanlar, madene bile uğramadan para almakta, özel idare ücretleri ödemezken, siyasal kayırmacılıkla kimi özel işletmelere ya da yine devlet işletmelerine veresiye kömür vermektedir. Çorum ve Havalisi Birleşik Maden İşçileri Sendikası’nın örgütlediği eylemler ve grevler yaparlar (Özgür Narin, 1969 Alpagut Olayı). Bu grevlerle sonuç alamayan işçiler, sendikalı işçilerin de öncülük etmesiyle işletmeyi işgal ederek, kendileri üretim yapmaya başlarlar. Ücret alacaklarının alınması, torpil ve yolsuzluğun sona erdirilmesi, iş güvenliğinin sağlanması, ocakların daha iyi yönetim için Türkiye Kömür İşletmeleri’ne devredilmesi gibi talepler, işçilerin ilk talepleridir. Sendika başkanı ve genel olarak sendika özyönetime mesafeli dursa da, Alpagut şubesindeki sendikalı işçiler, işgal ve özyönetimde başı çekerler. İlk yapılan, vardiyası biten işçilerin yönetim bürosunda ve kömür depolarında denetimi sağlayarak, nöbet tutması, vardiyası gelenlerin ise ocaklara inerek üretimi sürdürmeleridir.
Özyönetimin temel organları, tüm işçilerin oluşturduğu genel işçi kurulu ile onların seçtiği işçi konseyidir. İşgale ve üretime katılan tüm işçiler (786 işçi), üretimi yönetmek, satışı düzenlemek ve kontrol etmek gibi yürütme işlerini üstlenen bir İşçi Konseyi seçerler. İşçi Konseyi, tüm işçileri temsil etmektedir, ona karşı sorumludur ve haftalık raporlar verir. Bu raporlar, satış miktarı ve satışlardan elde edilen gelirlerin olduğu kadar üretimin devam etmesi için gerekli harcamaların da açık bir dökümünü yapar. Gerektiğinde gazetelere bu dökümler verilerek, patronların karaçalmalarına yanıt verilir. Muhasebecilerden bir kısmı işgale katılmasa da, katılanlar gelir ve gider hesaplarını yaparlar; işçi konseyinin satış kurulu bu hesabı denetler. Bu işçi kuruluna, işçi konseyinin mali sekreteri başkanlık yapmaktadır.  
İşçi Konseyi, üretilen kömürün satışını daha önceki yönetimin aksine peşin yapma kararı alır ve bunu sıkı biçimde uygular. Peşin satışlardan elde edilen gelir artar. Bu gelirden, üretimin sürmesi için gerekli harcamalar (maden direği, akaryakıt gibi) çıkarıldıktan sonra kalan para, işçiler arasında dağıtılır.
Üretimden elde edilen net gelirin, nasıl bölüşüleceği de tüm işçiler arasında tartışılır. Genel karar, alacakların öncelikle ödenmesi üzerinedir (Gökhan Akçura, “Alpagut Olayı”, 1976, Tiyatro Kürsüsüne verilen Tez). Özyönetimin 27. Gününde, işçilerin ücretleri düzenli ödenmemekle kalmamış, Nisan ayı alacakları da ödenmiştir.
Henüz işgalin ikinci gününde yapılan genel işçi kurulu toplantısıyla, işletmeye uğramayan müdürün, muhasebe müdürünün ve işçilerin ikna çabalarına rağmen rapor almaya devam eden mühendisin işine son verilir. İşçiler aylık 780 liraya yakın ücret alırken, işletme müdürü 7500 lira, muhasebe müdürü 5500 lira, işletmenin tek mühendisi de 7000 lira maaş almaktadır. Politikacıların kartvizitleriyle işe alınan çalışanların ise işçilerin 1.5 katı ücret aldığı bilgisi tüm işçilerce bilinmektedir. Bu işçiler, öncelikle çalışma disiplinine ve eşit ücrete tabi kılınırlar. Çorum Valisi’nin temsilcilerle makamında görüşme talebine, görüşmenin tüm işçilerin gözü önünde, işletmede yapılması gerektiğine karar verilerek red yanıtı verilir.
İşçi Konseyi, çalışmayı ve üretimi düzenler. Üretim artar; üretim kapasitesi de artar. İşçiler, artık muhasebeyi şeffaf yapmakta, kontrol etmektedirler; üretilenden elde edilen gelirin bilgisine sahiptirler. Bu gelir arttıkça, ücretlerini ve eski yönetimden kalan borçlarını hızla karşılamaktadırlar. Bu yüzden İşçi Konseyi’nden bir işçinin dediği gibi “işçiler işlerine dört elle sarılırlar”. “Artık işçi ocağı kendi malı gibi değerlendiriyor, bu emeği de para olarak değerlendirildiğinden durumundan memnun”dur.
İşgalin ilk günlerinde eski yönetim yanlısı kimi işçiler, üretimi sabote eder; kartvizitle işe alınmış bazı işçiler, işe uğramazlar; uğrayanlar ise ortak belirlenen çalışma düzenine uymazlar. 40’a yakın böylesi eski işçi, tüm işçilerin kararıyla işten çıkarılır.
Tüm işçilerden aldıkları yetkiyle temsilciler, Türkiye Çimento Sanayi yetkilileriyle işgalden sonra kestikleri kömür satın alımları üzerine görüşmek için Ankara’ya gitmişlerdir. Eski yönetim Çimento Sanayii’ne borçları yüzünden her ay belirli bir miktarda kömürü vermektedir. Bu görüşmeyle, işgalden sonra Çimento Sanayi tekrar kömür almaya başlamıştır, üstelik bir kısmı borç karşılığı bir kısmı ise peşin ödenmek kaydıyla kömür satışına tekrar başlanmıştır.
İşçi yönetiminde üretim henüz iki hafta içinde yaklaşık %50 artmıştır. Üretimden gelen gelirle alacakların ve ücretlerin düzenli ödenmeye başlaması işçilerde büyük bir özgüven gelişmesine yol açmıştır. Civar köylerde oturan aileleri ve yakınlarının özyönetime desteği giderek artmıştır. İşçi yönetiminin kökleşmesi, bu yönetimi sona erdirme çabalarını da artırır. Daha önce işçilerin beceremeyeceğini düşünerek atıl kalan yetkililer, harekete geçerler. İl genel meclisi toplanır. Vali, İçişleri Bakanlığı’na giderek Türkiye Kömür İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün madeni devralması için incelemelerde bulunmasını talep eder. TKİ Genel Müdürü Çorum’a gelir.
İşçilerin kurduğu işçi satış kurulu, işçilerin inisiyatifini işyerinden satış alanlarına genişletir. İşçi özyönetimi eski yönetimin uygulamalarını ortadan kaldırır. Alpagut’ta üretilen kömür, daha önce patronlar tarafından devlet işletmelerinden özel işletmelere doğru torpil ve yandaşlıkla dağıtılır; sıra köy halkına hatta köy okullarına hiç gelmez. Oysa İşçi Yönetimi ile birlikte köy okullarına öncelik verilmesi, köy halkına danışılması, özyönetimin toplumsal meşruiyetini de hızla yayar. Yolsuzluğun, karaborsanın ve fahiş fiyatın kaldırılması da halk içinde meşruiyeti büyütür. Kömürün satışı sırasında yolsuzlukların önü alındığı gibi, kömürün köylere dağıtılması sırasında fahiş fiyatında önüne geçilir. Böylelikle özyönetim süresince karaborsacılık engellenmiş olur. Zaten babası, kardeşi, eşi madende çalışan köylüler, tüm gözünü Madene dikmişken, işçi özyönetiminin bu olumlu sonuçları herkesi etkiler. Kararların oluşumuna katılmak özyönetime verilen desteği de güçlendirir. Ta ki, 16 Temmuz 1969 akşamı, Ankara’dan getirilen Jandarma Birliği ocakları ve kuvvet santralini ele geçirip, işçi yönetimini sona erdirene kadar.
Devletin müdahalesi ile birlikte sendikalı olan ve başı çeken işçiler işten atılır. Ama Alpagut işçilerinin ücretler ve işten çıkarılanlar için eylemi devam eder.  Sendika Genel Merkezi, Federasyon ve Türk-İş, özyönetime mesafeli durmakta ve taban basıncı yüzünden destekler gözükse de, şube yönetimi ve sendikalı işçiler özyönetimin ön saflarındadır. Türk-İş 1970’de yapılan 8. Genel Kurulu’nda Alpagut’tan, işgal ve özyönetimden hiç söz etmez; farklı vesilelerle işgal ve boykotları kınar. Türk İş 6. Bölge temsilcisinin özyönetim sırasındaki açıklaması zaten bu anlayışı önceden göstermektedir:
“13.6.1969 gününden beri Alpagut Linyit İşletmesinde işçiler ve onların yöneticisi sendikacılar İŞGAL'de bulunmamışlardır. Yapılan hareket idareye yönetimde iştiraktir. Sizin anladığınız anlamda işletmeyi işgalde bulunsa idi, bunun karşısında evvela Türk işçilerinin en güçlü, en büyük ve demokrasi şuurunun en belli başlı teminatı olan Türk-İş olurdu.”( Yeni Gün, 14.7.1969).
Türk-İş’in tüm bu uzlaşmacı tutumu, özyönetimi sürdüren sendikalı işçiler içinde aynı ölçüde etkili değildir. 34 günlük özyönetim, işçi tarihine önemli bir deneyim bırakır. Alpagut işçilerinin deneyiminin etkisi hızla yayılır.
9 Haziran 1970’de Günterm Isı Sanayi fabrikasında çalışan 80 işçi maaşlarını, kıdem tazminatlarını alamadıkları için 40 gündür sürdürdükleri direnişi işgal ve özyönetime dönüştürürler. Fabrikanın patronları kayıplara karışmıştır. Bunun üzerine işçiler içerideki alacaklarını ve kıdem tazminatlarını karşılamak için üretim yaparlar. Mart-Nisan alacaklarını karşılamak için üretimden gelen geliri bölüşürler (Tevfik Çavdar, Türkiye İşçi Sınıfı Tarihinden Kesitler, Nazım Kitaplığı, 2005). Yine 1976’da İstanbul’da bir fırında çalışan işçiler, fırın sahibiyle anlaşamayınca kısa bir süreliğine de olsa fırını kendileri işletirler (Gökhan Akçura, a.g.e).
Türkiye işçi sınıfı tarihi açısından bundan sonraki önemli özyönetim deneyimi, 1980’de başlayıp 33 gün süren Yeni Çeltek Maden İşletmesi’ndekidir.
Yeni Çeltek Maden İşletmesi
1970 ile 1977 1 Mayısı arasındaki dönem işçi hareketinin yükselişte olduğu bir dönemdir. Sendikalaşma, grev ve işgaller, üretici köylülerin, topraksız köylü ve ırgatların eylemleri hızla artmakta ve ülke geneline yayılmaktadır. 1975’te kurulan Yeraltı Maden İş sendikası, Amasya’da, Şırnak’ta, Hekimhan’da madenciler içinde örgütlenir. Sendikada ve bölgede siyasal hareket olarak Devrimci Yol’un etkisi bulunmaktadır. Sendikanın Yeni Çeltek’te örgütlenmesi, işçi hareketi tarihine önemli bir deneyim kazandırır. 
Amasya’nın Suluova ilçesinde bulunan Yeni Çeltek Maden İşletmesi, kömür üretmektedir ve üretimi büyük oranda Şeker Fabrikalarına enerji için gerekli kömür üretimine dayanmaktadır. Dolayısıyla bölgedeki önemli bir üretim zincirini birbirine bağlar. Şeker üretimi, şeker pancarı üretimine bağlıdır. Kömür üretimi, şeker üretimine enerji sağlamaktadır. Böylelikle Maden İşletmesi ve Şeker Fabrikası, hem madencinin hem köylünün, küspe, pancar gibi yükü kamyona yükleyen yabacıların, kamyoncuların ve bölge halkının tüm kaderini belirliyordu. Bölgede yerleşik olan sendikanın yöneticisi aynı zamanda kömür nakliye filosunun da sahibi olan Satışoğlu lakaplı Mehmet Yılmaz idi ve işverenlerle birlikte işçileri, kimi zaman silahlı çatışmalara varacak biçimde çete usulü tahakküm altına almıştı. İşçi ücretlerini ve çalışma koşullarını Satışoğlu’nun sendikası saptıyordu (Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi, Cilt 3). Tam da bu kötü koşullara karşı, Yeraltı Maden İş Sendikası Yeni Çeltek’te hızla örgütlenmeye başladı. Kurulduktan sonra DİSK’e katılan bu genç sendika, Satışoğlu’nun çete sendikasıyla kısa zamanda karşı karşıya gelir. Nakliye filosu bulunan Satışoğlu ve silahlı adamları, satın aldığı, hemşeri işçilerle birlikte Yeraltı Maden İş’te örgütlenen işçilerle çatışırlar. Mayıs’taki grevlerle işçiler içinde örgütlenen Yeraltı Maden İş’in ilerleyişi Satışoğlu’nu tehdit etmektedir. Haziran 1976’da bu çatışmalarda 4 işçi ölür. Yeraltı Maden İş bu mücadelenin içinde sendikalaşır ve bölgedeki çete egemenliğini kırar; toplu sözleşmelerde hak sahibi olur. Bu sadece madenciler için değil, yabacılar, şeker pancarı üreticisi köylüler için de önemli bir gelişmedir; çünkü böylelikle pancar fiyatları, pancar ve kömür nakliye fiyatları, yabacıların ücretleri gibi pek çok konuya işverenle birlikte hakim olan Satışoğlu’nun işçi simsarlığı ve tüccarlığının etkisi kırılmıştır. 1976’dan sonra da her yıl Yeni Çeltek Madencileri grevler yaparlar; bu grevler yükselen işçi hareketinin de etkisiyle sadece ekonomik talepleri değil siyasal talepleri de gündemine alır.
1980’e gelindiğinde Yeni Çeltek işletmesinde uyuşmazlıkla sonuçlanan toplusözleşmeler karşısında yönetimin tutumu bu sefer daha farklı olur. Henüz toplusözleşme uzlaştırma toplantıları devam etmekteyken, işçilerin grev kararına karşılık ocakların zarar ettiği gerekçesiyle şirket yönetimi ocakları kapattığını açıklar. Bunun üzerine grevin yetmeyeceğini görerek, 26 Nisan 1980’de işletmeyi işgal eden işçiler üretimi sürdürürler.
890 işçi, 33 gün boyunca işçi özyönetimini hayata geçirirler. Sendikanın önerdiği toplu sözleşmede, işçilerin 20 kişilik komiteler kurarak yönetime katılması zaten yer almaktadır. Sendikanın öncülüğünde işçiler, bu komitelerden oluşan Konsey’le üretimi ve dağıtımı örgütlerler.
Her biri 20 işçiden oluşan, işçilerin söz ve karar haklarının olduğu komiteler, işletmeyi kara geçirirler. Müessesenin iddialarının tersine haftada 2.5 milyon kar sağlandığı açıklanır ve komitelerin üretim ve satış işlemlerini şeffaf biçimde, işçilerin söz ve karar haklarını kullanarak planladığı tüm kamuoyuna duyurulur. İşçiler gerekirse hesapların tüm denetçilere açılabileceğini de açıkça belirtirler.
Komiteler üzerinden katılımcı ve üretimin, hesapların şeffafça planlandığı bu özyönetim deneyimi, üretimden dağıtıma ve satışa doğru genişledikçe, işletmenin dışını da etkiler. Günümüz denemelerine örnek oluşturacak biçimde, kömürün satış ve pazarlaması, halkla birlikte yapılır. Köylerde, imam öğretmen, muhtardan oluşan komiteler aracılığıyla karaborsa ortadan kaldırılır. Köylerin yakacak sorunu çözülür. Kömür doğrudan işletmeden halka dağıtılır. Yükleme boşaltma işinden, kamyona kadar maden işçileri ile yabacılar dayanışma içinde davranırlar.
Özyönetimin katılımcı ve kamuya her aşamada kendini açık ettiği gibi kendini açan çemberi genişledikçe, toplumsal meşruiyeti artar. Dahası kendi özgüveni ve özgücüne sahip çıkması; maden dışındaki köy komiteleri ve işçi derneklerine de örnek olur. Böylece özyönetim devam ettikçe madendeki komiteler ile köy komiteleri, Yaba işçilerinin dernekleri, öğretmen örgütleri (TÖBDER), köy dernekleri ile her alanda dayanışma ilişkisi genişler. Çetelerle mücadelede bu komiteler ve maden işçilerinin özyönetim komiteleri dayanışma içinde birlikte hareket ederler. Genel olarak toplumsal hareketi parçalamak, bölgede yükselen işçi hareketini bölmek için Çorum, Maraş, Amasya’da faşist provokasyonlar hazırlanırken, bunların erken örnekleri Yeni Çeltek’te gerçekleşir. Çoğu zaman bu kışkırtmaların erken önlenebilmesini, özyönetim ve yayılan etkisi sağlar.
Hatta iş güvenliği ve maden verimi için önemli olan teknolojik bir değişim yine özyönetimin kendi çabasıyla yapılır. Başka madenlerde yabancı firmalarca yapılan skip desandre (meyilli galeride skip nakliyesi) kurulumu özyönetim işçileri tarafından gerçekleştirilir.
Özyönetim komitelerinin önemli bir deneyimi de, işçi işe alımlarıdır. İşçi ihtiyacı olduğunda özyönetim, köy komitelerine ve bölgedeki derneklere haber gönderir. Komite ve dernekler, işe en çok ihtiyacı olanı belirler. Hangi partiden olduğundan bağımsız emekçi olması, direnişe sempatiyle bakması, işe ihtiyacı olması temel belirleyicilerdir. Çetin Uygur’un söylediğine göre, işçi ilanının yanı sıra iş talebi de madende bir panoda duyurulur (Unutturulanlar, Yeni Çeltek Belgeseli). Özyönetim komiteleri ve köy komiteleri birlikte karar verirler. Güney Amerika’daki işgal fabrikalarında 1990’larda yaşanan deneyim, daha önceleri 1980’lerde Yeni Çeltek’te yaşanmıştır.
Sonuçta 890 kişiyle başlayan ve 33 gün süren özyönetim, tüm bölgedeki köylerde özörgütlenmeleri teşvik eder; bölge işçileri ve köylüleri de madendeki özyönetim etrafında birleşip gelişirler.
Özyönetimin son günlerinde, valilik ve bakanlık yetkilileri, işçi servis araçları ile kömür kamyonlarına el koyar; işletmenin telefonlarını keser.  Bu durum, üretimin yavaşlamasına ve bunun yol açabileceği yangın ya da grizu patlaması tehlikesi nedeniyle iş güvenliği sorunlarına neden oluyordu. Sendika, bu yüzden 29 Mayıs’ta üretimi ve işyerini terk etmeme eylemini bitirir ve greve başlar. Yeni Çeltek Maden İşletmesi’ndeki grev, 12 Eylül 1980 darbesiyle bastırılır. (Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi, Cilt 3, Tarih Vakfı Yurt Yayınları).
Bütün işçi özyönetimlerinin temel özelliği, yönetime katılımın, üretimin ve bölüşümün yapma ve karar alma süreçlerinin ortaklaştırılmasıdır. Bu sürecin ortaklaştırılması işçi hareketinin bizzat kendisine özgüven katar; üretimin yönetilmesi ve bölüşülmesi konusunda kendi çevresinden başlayarak tüm topluma özgüven ve özlemlerinin ete kemiğe bürünmesi anlamında gelecek güvencesi verir; tüm bu ortaklaşmacı yaşamın sadece duyurulması değil, şeffaf biçimde tüm katılım süreçleriyle alenileştirilmesi, yani tüm toplumun bilgisine ve giderek katılımına açık hale getirilmesi, toplumsal hareket için eşsiz bir deneyimdir. Üstelik, çoğu zaman hukuka ve yasalara aykırı ya da onların dışında yürüyen toplumsal hareket için bu tam bir meşruiyet zemini yaratır ve bu zemini genişletir. Üretime girdi sağlama, üretilenin satışı, dağıtımı, geliştirilmesi, bunların hesabının açıkça ve toplumla tartışılarak yapılması, hele de bu meclis, forum, komitelerin benzerlerinin yaşamın diğer alanlarında türemesi, bu meşruiyet zeminini hızla genişletir. Bunların çarpıcı örneklerine yazıda değindik.
 Alpagut’ta üretilen kömür, daha önce patronlar tarafından devlet işletmelerinden özel işletmelere doğru torpil ve yandaşlıkla dağıtılır; sıra köy halkına hatta köy okullarına hiç gelmezmiş. Oysa İşçi Yönetimi ile birlikte köy okullarına öncelik verilmesi, köy halkına danışılması, toplumsal meşruiyeti hızla yaymıştır. Zaten babası, kardeşi, eşi madende çalışan köylüler, tüm gözünü Madene dikmişken, işçi özyönetiminin bu olumlu sonuçları; dahası bu kararların oluşmasına katılmak, desteği, katılımı ve birlikte üretmeyi güçlendirmiştir. İkinci örnek ise Yeni Çeltek’tendir. Kömürün satışı, dağıtılması köylerde kurulan komiteleri etkinleştirmiş; giderek Maden işçileri TÖBDER’li öğretmenlerin, öğrencilerin sorunlarının; Yaba işçilerinin sorunlarının çözümlerinde örnek yaratmış; benzer çözümler türemiş hatta geliştirilmiştir.
Bütün işçi özyönetimlerinin temel özelliği, üretimin, bölüşüm, yönetim ve karar alma süreçlerinin ortaklaştırılmasına dayanmasıdır. Bu ortaklaşma, birleşen ve ortak yöneten işçilerde pek çok kapasitenin ve olanağın açığa çıkmasını sağlar.
·         Üreten işçiler, yönetebileceklerini görürler.
·         Üretimi bir bütün olarak görme olanağını yakalarlar. İşyerinde çalışan tüm kesimlerin ücretlerini gördükleri gibi, kendi ücretleri ile üretimden gelen gelir arasındaki farka patronun nasıl el koyduğunu da apaçık görür ve çıplak sömürünün bilincine varırlar.
·         Üretilenden elde edilen gelirin tüm işçiler arasında bölüşülmesi, işçilerin fabrikayı sahiplenmesini sağladığı gibi, özel mülkiyet fikrini de sorgulamalarını sağlar.
·         Bu ortaklaşma, sadece işçilere değil, çevrelerinde ilişkiye geçtikleri toplumsal gruplara da özgüven kazandırır. Özyönetimin şeffaf bir şekilde toplumun bilgisine sunulması sadece onun meşruiyetini artırmaz; aynı zamanda daha geniş kesimler tarafından sahiplenilmesini birlikte getirir. Böylelikle toplumsal dönüşüme bir kapı aralar.
·         Üstelik, çoğu zaman bu tür özyönetimler, hukukun dışında, kendisine yeni bir alan açarak yürüyen toplumsal hareketler biçiminde gelişirler. Bu özyönetimin diğer alanlarla birleşmesi tam bir meşruiyet zemini yaratır.
·         Üretime girdi sağlama, ürünlerin satışı, dağıtımı, geliştirilmesi, hesapların şeffaf ve üreten işçilerden başlayarak diğer toplumsal kesimlerle tartışılarak yapılması bu meşruiyet zeminini hızla genişletir. Bu yönüyle, meclis, forum ve komite gibi özörgütlenme organlarının hayatın diğer alanlarında türemesine katkı sunabilir.
·         Başarılı özyönetim deneyimleri, üretimi, satışı ve bölüşümü örgütlerken, toplum kesimlerinin desteğini ve dayanışmasını sadece tüketim alanında bulmamaktadır. Yeni Çeltek örneğindeki gibi, yaba işçileri, pancar üreticileri gibi sınıfsal kesimlerin üretimden gelen kapasitelerini de harekete geçirmelerini sağladıkları için başarılı olmaktadırlar.
Özyönetim deneyimlerinin genel özellikleri çok daha kapsamlı bir biçimde genişletilebilir. Yer kısıtı yüzünden burada bu kadarına yer verilebilmektedir. 
Bu sayıda öykülerini daha ayrıntılı görebileceğiniz gibi Kazova işçileri de fabrikayı işgal ederek, üretime başladılar. İstanbul Bomonti’de bulunan, 1947 yılında kurulmuş Kazova tekstil şirketinde çalışan işçiler, birden kapı dışına kondukları gibi, aylardır maaşlarını alamadılar; kıdem ve ihbar tazminatları da ödenmeden sokağa atıldılar. Bunun üzerine, eylemlerle seslerini duyurmaya çalıştılar. Gezi Parkı isyanlarının verdiği güçle de, fabrikadan makinaların çıkarılmasını engellemek için yine bir haziran günü fabrikayı işgal ettiler. İşgal ettikleri fabrikada üretime başlamaları ise daha sonra gerçekleşti. Kazova işçi meclisini kurup, üretimi ve geleceklerini planlamaya başladılar. Gezi isyanı sonucu ortaya çıkan forumlar, başta Tatavla forumu, Şişli forumu gibi pek çok forum da onlara destek vermektedir.
Özyönetim Deneyimlerinin Günümüzdeki Olanakları
Günümüzde özyönetimin bir imkan ve gerçeklik haline gelmesi için bazı olanaklar var. Birincisi, normal şartlar altında işçi sınıfının kolektif bilinç ve eylemini sınırlandıran üretimin parçalanmış yapısının, bu parçalar arasında kurulacak mücadele bağları ve özyönetim ağları yaratmaya olanak tanımasıdır. Uzun zamandır üretim, geleneksel fabrikanın bünyesinde yapılan pek çok işin (pazarlama, satış, reklam, güvenlik, temizlik, lojistik) fabrikanın dışında yapıldığı bir nitelik kazanmış durumda. İşçi sınıfının farklı kesimlerinin bu farklı alanlara dağılması özyönetim deneyiminin farklı alanlardaki işçileri (“mavi yakalı”lardan “beyaz yakalılara”) birarada örgütlenmeye çağırmasını da gerektirir. Dahası özyönetim deneyimleri ile diğer türden özörgütlenmeler (forumlar, işçi meclisleri) arasında sınıf bağları kurulmasının olanakları da böylelikle açılır.
Haziran isyanından sonra gelişen özörgütlenme nüveleri olarak park forumları ve bir işçi yönetimini düşünerek buna örnek verebiliriz. Örneğin, işçi yönetiminin üretimde ihtiyaç duyduğu mühendislik ve teknik emeği kamuoyuna duyurması,  forumlardan talep etmesi olanaklardan birisidir. Bir mücadele deneyimi olarak belki daha önemlisi ise, işgal ve üretime başlama sürecinin başında, işyerini bu hale getiren, aylarca ücretleri, kıdem ve ihbar tazminatlarını ödemeden bırakan patrona ait finansal ve vergi bilgilerinin, bankacılık ya da gelirler idaresi alanında çalışan işçilerden elde edilmesine dair sendikalara, forumlara bir çağrı yapılması örneğidir. Bir başka örnek, üretim için gerekli girdileri uygun ve nitelikli biçimde elde edebilmek için, tedarikçi bağları, iş ve ticaret ilişkileri yerine bu tedarikçi işletmelerde çalışan işçilerin bilgisine başvurmaktır. Bu başvuru, forumlar, sendikalara yapılan çağrılarla olanaklıdır. Böylelikle, sadece forumlar, diğer özörgütlenmeler, özyönetim sürecine destek olmayacaklar; aynı zamanda bu forumlarda, sendikalardaki işçi sınıfı kesimleri de üretimdeki güçleri ve kapasiteleriyle özyönetim deneyimine destek vermiş olacaklardır. Özyönetim, eylemli sınıf dayanışmasının olanaklarını açacaktır.
Özyönetim, işçi konseyi, meclisi gibi yönetim organları eliyle, karar alma süreçlerine tüm işçileri katmaya çalışarak yönetimi katılımcılaştırdıkça, şeffaflaştırdıkça pekişir. Özyönetimin mücadele ve üretim sürecinde yaşadığı sorunlar, ihtiyaçlar, özörgütlenmelerin sorunu, ihtiyacı haline geldikçe olanaklar yayılır ve artar.
Dolayısıyla özyönetim deneyiminin forumlarla, diğer özörgütlenmeler ve sendikalarla koordine yürümesinin sınıfsal dayanışmayı güçlendirmesi beklenebilir. Gezi parkı sonrası oluşan forumlardaki katılımcı süreçlerle fabrika işgallerindeki özyönetim pratikleri de bu bağlamda birbirinden öğrenebilir. Kazova işgaline Şişli ve Tatavla gibi forumlarının verdiği destek dayanışmanın ötesine geçerek somut işbirliği mekanizmalarını zorlayabilir.
İkincisi teknolojik açıdan da üretimin altyapısı, farklı birimler arasındaki iletişimin sağlanmasına, farklı işçi gruplarının şeffaf katılımıyla kararlar alınmasına da müsait. İhtiyaçların tespiti, üretimin planlanması, finansal planlama, bölüşüm hesaplamaları, pazarlama, mühendislik ve bakım onarım hizmetleri gibi pek çok alanda katılımcı bir sistemin teknik donanımını gerçekleştirme şansı var. Gezi Parkı eylemlerinin işaret ettiği gibi kapitalist toplumsal yeniden üretim döngüsünün farklı aşamaları için üretilen ve elzem olan araçlar, mücadele anlarında birden tersyüz edilerek, toplumsal hareketler tarafından kullanılabiliyorlar. Kullanılabiliyor çünkü onları kullananların büyük bir kısmı, zaten bu tür bir teknoloji üretimi işiyle dolaylı ya da dolaysız ilgili yeni işçi kuşağı. Ya da bu yeni işçi kuşağı, “işgücü pazarı”na girebilmek için bu iletişim teknolojilerinin kullanmaya yatkın olmak zorunda.  Üretimin tedarik zincirini, envanter kontrolünü, bilgi akışını, finansal bilginin devrini hızlandıran, elektronik pazar alanını büyüten mobil telefon ve internet sistemleri, bu sistemlerin ağ uyarı ve ileti mekanizmaları birden sosyal medya ağı, bilgi yayma ve mücadele etme araçlarına dönüyor. Neden benzer teknolojiler varolan özyönetim pratiğinin karar süreçlerini, ihtiyaçlarını duyurmasının aracı olmasın…  Sadece satışın planlanması değil, bundan önce özyönetimin ihtiyaç duyduğu emeğin, girdilerin ortak planlanmasının aracı olmasın… örneğin, ihtiyaç duyulan iplik ya da eş zamanlı gelişecek özyönetim pratikleri için de kullanılmasın? Neden bir üretimin bütün safhaları (hammaddeden tüketim anına kadar) katılımcı süreçlerle gerçekleştirilmesin? Haziran isyanı ile daha da görünür olan olanaklara, yani yeni iletişim teknolojilerinin bilgiyi kamusallaştırma olanaklarına bakmak önemlidir. Özörgütlenmenin karar süreçlerinin ve üretim süreçlerinin kamuya açılması gözetildiğinde bu sadece “sosyal medyayı” kullanmak, internetten yararlanmak, eylemi duyurmak değil, özyönetimi yayılan halkalarla eşgüdümlemeye yarayacaktır.
Bugün işyerlerinde üretim yapan, işyerini sadece üretim değil pek çok etkinliğin yürütüldüğü bir işçi üretim kooperatifine çevirme yolunda dişiyle tırnağıyla çalışan Kazova işçileri ve onların forumu, Kazova işçi meclisi sadece kazakları örmüyor. Tarihten damıtılmış deneyim ipliğine kendi mücadelesini ekleyerek örüyor.
Kazova işçilerinin arkasında önemli bir özyönetim deneyimi birikimi duruyor. Önlerinde ise, Haziran isyanından sonra oluşan forumlar var. Tek tek patronları alt etmek, bir ya da birkaç fabrikada patronsuz üretim yapmak, toplumsal üretim ilişkilerini dönüştürmese de, işçilerin kendilerinin katılımcı bir tarzda üretimi yönetmeleri, elde edilen değeri bölüşmeleri özyönetimin eşsiz kazanımlarından biridir. Bu kazanımın en can alıcı yönü, özellikle içinde yaşadığımız çağda, karar alma süreçlerinin şeffaflaşması ve diğer sınıf kesimlerinin üretim ve desteğine açık hale getirilmesidir. Bu hatırda tutulur, ete kemiğe bürünürse, amaçladıkları işçi üretim kooperatifini kurmak, Kazova işçilerini bir adım daha ileri götürecektir.